23 Kasım 2007 Cuma

Bıraktığım yerden "devam"

Puslu bir pazartesi gününün sabahında, denizin kenarında uyanıp, "geleceğim, geliyorum" diyen yağmura, Antalya'dan çıkıp Korkuteli'ne doğru tırmanırken yakalanmak.

Olsun!

Kaloriferi yanıyor. Arabanın içi sıcak. Ben iyi giyimliyim. Üşümüyorum.

Ama yalnız "soğuktan üşünmüyor ki!"

Önce Tahtalıbeli'ni, sonra Korkuteli'nin geçip görüntüyü tüm ihtişamıyla "yayla"lar doldururken, bir mola yerinde duruyorum.

Adı "umut çeşmesi".

Ne çok gereksinmemiz var bu günlerde "umuda!"

Önce sıcak bir çay ve "merhaba" ile başlıyor mola. Sonra adı "umut çeşmesi" olan bu pınardan akan "soğuk" suyu çayın üzerine içiyorum. İçmekle kalmıyor, kaplarımı da dolduruyorum. Çünkü "umudun bitmemesi" gerekiyor.

Denizli'ye doğru ilerlerken Çavdır yolunda "Çomaklıbel Geçidi"nin yükseklik tabelası 1460'ı gösteriyor.

Yağmur aralıklarla sürüyor. Çavdır'da web sayfamı güncellemem, bunun için bir internet kafe arıyorum, yağmurun altında. Buluyorum. Ama kafenin bilgisayarına taktığım taşınır diskimle güncellemeyi yapamıyorum.
Fırından yeni çıkmış bir sıcak ekmek alıp yola devam ediyorum.

Zaman öğleni geçiyor ve yavaş yavaş akşama dönüyor. Yağmur kısa bir ara veriyor. Acıpayam'ın kenarından geçiyorum. Serinhisar'ın çarşısından geçerken yine hızlanıyor. Ama bir uçtan bir uca bu eski ilçeyi geçerken gözlerimle "serin hisar"ın nerede olduğunu arıyor ama göremiyorum. Sonra bir iniş başlıyor. Tavas yol ayrımından Denizli'ye doğru sapıyorum.

Denizli'de yine il merkezinin ortasından geçen caddeyi bir uçtan bir uca geçiyor, bir tur attıktan sonra ara sokaklardan sanki bilirmişim gibi belediyenin arkasında 24 saat açık bir otopark buluyorum. Otoparkın bekçisine "birkaç gün kalacağım" diyorum. Anlaşıyoruz. Arabayı bırakıyorum.

İlk iş web sayfası, sonra da bilgi toplamak ve mesajlaşmak. Hepsini yapıyorum. Bir rastlantı; Ticaret Odası'nın alt katındaki sergi salonunda Denizlili muhabir Muhammet Karaçay'ın, mesleğinin 25. Yılı nedeniyle açtığı bir “Haber Fotoğrafları Sergisi” var. Onun açılışından biraz önce orayı buluyorum. Bir göz atıyorum. Karaçay'la "merhabalaşıp" kokteyl faslına kalmadan birkaç fotoğraf çekip çıkıyorum. Bu rastlantı sonradan Bizim gazete'de bir habere dönüşüyor.

Denizli'deki programım iyi başlıyor. Önceden programladığım ziyaretlerimi yapıyorum. Bir dolu arkadaş ve dostla buluşuyor, konuşuyor, dertleşiyorum. Çünkü o sırada "11. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi" sürüyor. Biraz bilgi tazelemesi, biraz sağlık politikası, çokça da "ne olacak bu memleketin hali" muhabbeti.
Ne yapalım; "olmazsa olmaz" olacak. Oluyor.

Ama güzel buluşmalar, tanışmalar, geleceğe yönelik işlere "kapı açan" programlar da gerçekleşiyor. Çünkü bu yolculuk çok amaçlı bir yolculuk. Daha bitmedi, devamı var.

Denizli'de "Hasta Hakları Örgütlenmesi" için bağlantılar tamam ama somut ürün o hafta içinde çıkmıyor. Bazı engeller, bazı kaygılar var. Daha doğrusu ilgilisi olanlar henüz hazır değil. Erteliyoruz.

Kongre de bitince orada kalmanın anlamı kalmıyor.
Cuma öğleden sonra "Yol'cu" yeniden yola düşüyor.
Denizli'den sonra Bozkurt ve Çardak'tan geçiyorum sırayla. İkincisi "Acıgöl"ün kenarında. Gölün "aynası" parlıyor ama artık suları çekilmiş. Bir çorak ova gibi görünüyor hemen yolun sağında. Devam ediyorum. Dazkırı'yı, Evciler Sapağını geçip akşam olmadan Dinar'a varıyorum.

Daha önce burada bir gece kalmıştım. Bir kaplıca vardı. Onu arıyorum. Bulamıyorum. Soruyorum; "Yok" diyorlar. Sandıklı'ya gitmek gerekiyor. yaklaşık 50 km.. Havanın kararmasına daha bir saat var. "Rahat rahat giderim" diyorum. Gidemiyorum. Çünkü yol yapımı var ve araçlara kontollü olarak yol veriliyor. Akşam geceye dönüyor. Gece araba kullanmak istemiyorum. Yolun tam kesildiği yerde bir kamyoncu konağı var. Yaklaşık 100 metre ter yoldan gidiyor arabayı oraya çekiyor, mola yerinin sahibine "burada kalacağım" diyorum. "Başım gözüm üstüne" diyor. "Elektrik istiyorum" diyorum. "Olur" diyor. Veriyor. Hanımının yaptığı gözlemeden yiyorum. İki büyük bardak çay içiyorum. Dışarısı artık soğuk ama elektrik olduğu için artık arabanın içi sıcak. Okuyor, yazıyorum.

Sabah erken kalkıyorum. Yol boş, yaklaşık yarım saatte Sandıklı'nın kaplıcalarında oluyorum. Sıcak kaplıcada bir sabah keyfi yapıyorum. Sonra önündeki parkta oturup gazeteye göz atıyor ve sıcak çayımı yudumluyorum. Belediye iyi bakmış, çevreyi güzel düzenlemiş. "Yol'cu"nun belleğine bir işaret koyuyorum.

Sonra kaplıcadan çıkıp Sandıklı'nın içinde küçük bir tur ve internet ziyareti yapıyorum. Arabamda yemeğimi yiyor yola devam ediyorum. Hedef Afyon. Çok sürmüyor. Saat 14.00 sularında oradayım. Burada bir "hekimi"n izini süreceğim. İzi buluyor ve bilgiyi alıyorum. Bu çalışma da BİA'da bir yazıya konu oluyor: "Dr. Mehmet Sadettin Aygen'i tanıyor musunuz?"

Çalışmadan sonra Afyon'un merkezinde turluyorum. Bir birayı hak ettim. Ama o ne; Afyon Merkez'de bir "Birahane" yok. Erteliyorum bu isteği ama bir "mim" de buraya koyuyorum. AKP'li Belediye Başkanı'na bu "mim" daha çok.

Geceyi bir sazlı sözlü ama içkisiz kafede ve ardından PTT'nin arkasındaki otoparka park ettiğim arabamda geçiriyorum.

Sabahında önce Afyon'un girişindeki alışveriş merkezlerinde geçiriyor, yola sonra düşüyorum. Bu arada arabanın yağına takviye yapıyorum.

Hedef Afyon'un "Çay" ilçesi. Bir sözüm var; şimdi burada kaymakamlık yapan Bozcaada'nın eski kaymakamı Bilal Bozdemir'e: "Bir 'Çay'ını içeceğim". İçiyorum. Sonra Eber Gölü'ne gidiyorum. Göl kaybolmuş. Çoğlığı kalmış yalnız. O da bir yazıya konu oluyor: "Yok olan bir gölün feryadını duyar mısınız?"

Gölü bulamadık, size onarılmış eski evleriyle bir eski "kasaba" göstereyim diyor Bolvadin. Hoşuma gidiyor. Bol bol fotoğraf çekiyorum. Akşam yine internet kafede başlıyor, belediye otoparkındaki arabanın içinde geceye kavuşuyor. Havanın soğukluğu çoğalıyor, hemen çözümler üretiyorum. Soğuk yok!

Ertesi gün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı. Erken kalkıyorum ama Bolvadin'de "bayram"dan yana bir ses seda yok. Belki daha sonra olacak tören.

"Yol'cu" yolunda gerek. İstikamet Polatlı. Emirdağ'da epeydir kirlenen arabama temizleniyor. Sivrihisar'da bir küçük tur atıyor ve akşam olmadan Kral Midas'ın mezarı olduğu iddia edilen İskender'in düğümüğ çözdüğü Gordion'daki Kral Mezarı'nı bir kez daha görüyor ve bu kez "dijital makineyle" fotoğraflıyorum.

Polatlı hemen hiç belleğimde kalmamış. Bir küçük tur ve bu kez, Polatlı garının önündeki parka arabayı bırakıyorum. Bu akşam kendime "ziyafet" sözüm var. Bir meyhanede kendime rakı ısmarlıyorum. Mezeler her zamanki gibi. Arabaya geçmeden yine bir internet kafede mesajlara göz atıyorum.

İnternet önemli çünkü işleri ve yapacaklarımı onunla planlıyor, hazırlıkları onunla yapıyorum. Benden beklenen bir çok şeyi de onun aracılığıyla çözümlüyorum. "Keşke arabada olabilseydi" diyorum, her defasında. Ama maliyeti çok yüksek. Bir destek bulana kadar "internet kafeler" mekanım olmayı sürdürecek.

Ertesi gün rahatım. Saat 11'e doğru Polatlı'dan çıkıp öğlene doğru Ankara'ya varıyorum. Arabayı Maltepe'de bir otoparka bırakıyorum. 4 günlüğüne anlaşıyorum.

Sonra Ankara'da "Güz Fest"in müdavimi oluyorum. Ankapol sinemasında güzel filmler var. İki gün üstüste filmleri izliyorum. "Paris'te 2 Gün" çok güzel. Costa Gavras'ın "İtiraf"ı bir harika. Sonra bir güney amerikan filmi; "Satılık Aşk". O arada Fatih Akın'ın "Yaşamın Kıyısında" filmi de en azından "benim festivalimin" filmlerinden birisi oluyor.

Yalnız filmler yok tabi bu Ankara ziyaretinde. Ankara Barosu ve Ankara Hukuk Fakültesi'nin ortaklaşa düzenlediği "Sağlık Hukuku Kurultayı" var. İlk günün tamamını, ikinci günün ise yarısını izliyorum. Söylenecek, yazacak çok şey var. Sonraya bırakıyorum.

O arada bir akşam üzeri SSPS-OCU Oluşum Derneği'nden Ozan'ın annesi Gülsüm Çakır Özümok ve Seval'le buluşuyorum. Ozan üzerine, sağlık ortamı üzerine, hasta haklarıyla ilgili örgütlenmeler üzerine, insanlar ve insanlık üzerine, yaşam ve yaşamak üzerine uzun bir sohbet ediyoruz.

Ve 3-4 Kasım Cumartesi-Pazar Toplum Gönüllüleri'nin bir Konferansı var. Oraya çağrılıyım. "Üniversite Gençliği ve Sosyal Haklar Konferansı" iki gün sürüyor. İlk günü aynı zamanda Ankara'da "barış mitingi" var. İstanbul'dan ve diğer illerden gelen arkadaşlarla görüşme fırsatı doğuyor. Eskiden üyesi olduğum SES Bakırköy'den arkadaşlarımla uzun bir aradan sonra birlikte olmak çok güzel. Onları görünce seviniyorum.

Konferans pazar akşamı bitiyor. Sabahında yola düşüyorum. Bu kez geri gi,deceğim. Yüzümü batıya dönüyorum. Polatlı ve Sivrihisar'dan geçip akşama doğru Eskişehir'e varıyorum.

Burada iki etkinliği planlayacağım ve hazırlıklarını tamamlayacağım. Derneğin üye ve aktivistlerinden Av. Çiğdem bir çok işi üstleniyor.
Birlikte odaya gidiyoruz. Programı yapıyoruz. Aslında bir Hukukçu olan Barış Günaydın, Anadolu Ün. İletişim Fakültesi'nde yüksek lisans yapıyor. "Sağlık ve medya" toplantısının düzenlenmesi yanında, okulundaki habercilik dersi için bir program yapıyor. Hafta içinde perşembe günü 40 genç gazeteciye "sağlık haberciliği" anlatıyorum. Eskişehir Sağlık Hakkı ve Hasta Hakları Örügütlenmesi için, Sağlık Müdürlüğü'nde, SES'te ve diğer ilişkili kişilerle görüşüyor, programı ve hazırlıklarını tamamlıyoruz. Toplantılar bir sonraki hafta sonu olacak.

O zamana kadar sonraki faaliyet alanı olan Manisa'ya gitmeye karar veriyorum. Perşembe günü İletişim Fakültesi'ndeki dersten sonra, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü'nün restoranında hep birlikte yediğimiz öğlen yemeğinden sonra yola çıkıyorum.

Kütahya'ya girmeden devam ediyorum ve akşamı Çavdarhisar'da yapıyorum. Gece benzinciden aldığım elektrikle arabada geçiyor.

Cuma sabahı antik kent "Aizoni"yi fotoğraflayıp saat 15'de Manisa'da oluyorum.

Manisa SES'teki küçük toplantıyla hafta içinde yapacağımız temasları programlıyoruz, buradaki aktivistimiz SES eski yönetcisici Zeynel'le. Konaklama mekanım ise "Barış Alanı". Çok harika bir site. "Mustafa Pala'nın Eseri" diyebilirim. Elektriğim var. Kablosuz internetim var. Ortalık fırtına ve yağmurdan yıkılıyor ama bana değmiyor. Yaşam güzel. "Yol'cu"nun yolculuğu örgütlenerek sürüyor.

10.11.2007 (22.37)

Bu notları yazdıktan sonra 10 gün geçmiş. Ama bunları "Yol'cu"nun sayfasına o zaman yerleştirememiştim. Çünkü işin "örgütlenme" aşamasında olan biteni de yazmak istemiştim.

O haftanın dört günü neredeyse öğlen 12'den başlayarak akşam geç saatlere kadar her saat başına verilen randevularla dolu dolu geçti. "Sağlık"la ilgili olan tüm örgütlere gittik. Sonra Manisa'da belirli bir örgütlenme deneyimi olan ve sağlık alanında da "hizmetten yararlanan" sıfatıyla taraf olan örgütlerin temsilcilerine ulaştık. Topluma doğrudan ulaşmak için de "yerel medya"yı ziyaret ettik. Üç ayrı koldan yapılan bu çalışma sonucunda genel olarak konunun sahiplenildiğini fark ettik. Aslında bu konuda daha önce Zeynel Kaplan'ın gerçekleştirdiği çalışmaların büyük yararı olduuğunu gördük.

Perşembe günü akşamına kadar yaptığımız temasların sonucunu sonraki salı günü almak üzere cuma sabahı Manisa'dan ayrıldım.

Bu kez "Yol'cu"yu almadan trenle gittim Eskişehir'e. 10 saatlik yavaş ama okuyarak geçen hoş bir yolculuk oldu. Hava güzeldi ve trenin güzergahı "doğayla içiçe"ydi. Gözün değdiği yerlerde egemen renk "yeşil", biraz da "kahverengi"ydi. Neredeyse köy istasyonlarında bile durarak Balıkesir-Kütahya üzerinden Eskişehir'e vardım.

Garda beni karşılayan Av. Çiğdem beni Anadolu Üniversitesi'nin Anadolu Oteli'ne götürdü.

Beş yıldızlı bir otel düzeyindeki bu otel aslında öğrencilerin hizmet verdiği bir uygulama oteliydi.

Hemen yakındaki "Taş bina" da güzel bir akşam yemeği, iki bardak bira ve sonrasında Hukuk Fakültesi'nin eski dekanı ve eşinin de katıldığı hoş bir sohbetle tamamlandı gece.

Ertesi günü Eskişehir'deki "Sağlık Hakkı ve Hasta Hakları Derneği" oluşumunun kuruluş toplantısını yaptık. Biraz hazırlık, biraz bekleme, biraz gecikmeyle yaklaşık 30 kişinin katıldığı güzel ve etkili bir toplantı oldu.

Sonunda bu şehirdeki örgütlenme etkinliğimizin "ilk aşaması"nı tamamlamış olduk. Kurucu üyeler belirlendi ve bürokratik işlemler için hazırlıklara başlandı.

Üzerimdeki yükün yarısı kalkmıştı. İkinci yarısı da "pazar" günü kalktı.

Sabah "Odunpazarı"ndaki eski evlerden birisinde Sevgili Eriş Bilaloğlu'nun da katılımıyla yaptığımız kahvaltının ardından saat 13.30'da Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı Ahmet Abakay'ın ve Eskişehir'de hem derneğe hem de bu faaliyete katkıda bulunan aslında bir avukat olan ama "medya hukuku" konusunda kariyer yapan Sevgili Barış Günaydın'ın da katıldığı, başlangıcı kalabalık, sonrası biz bize bir panel gerçekleştirdik, "sağlık medyası" üzerine. En kalabalık olduğu anda sayımız yirmiyi biraz geçiyordu. Ardından yapılan güzel bir sohbetle noktalandı etkinlik. Haberleri ertesi günü yayın organlarında yer aldı.

O gece ben de yine trenle Manisa'ya doğru yeniden yola çıktım . Sabah saat 7'de trenden inip "Yol'cu"ya kavuştum. 2 Günlük ayrılıktan sonra evine kavuşmak gibiydi.

O gün ve sonraki gün yine birkaç ziyaret ve temas vardı. Salı günü akşamı Eğitim-Sen'in toplantı salonunda toplanan yine 30'a yakın insanın katıldığı bir toplantıyla Manisa'da da "Sağlık Hakkı ve Hasta Hakları Derneği"nin kuruluşu için ortak karara vardık ve çalışmalara başladık. Bunun sonucunun da düşündüğümüz gibi olması bizi sevindirdi. Son söz "herkese kolay gelsin ve yararlı olsun"du.

Evet birazdan "Yol'cu"yu yine bırakıp otobüsle İstanbul'a doğru yola çıkacağım. İstanbul'dan ayrılışımın üzerinden tam bir 45 gün geçti. İnsan yaşamında pek uzun olmayan bir süre belki. Ama içi dolu olunca sanki yıllar olmuş gibi geliyor.

Aslında yolculuk bitmiş değil. Çünkü önümüzdeki 15-20 gün içinde İstanbul'da ve Ankara'da planlanmış çeşitli etkinlikler söz konusu ve onlar beni bekliyor.

Geliyorum. Gidiyoruz.

21.11.2007 (09.00)

Hiç yorum yok: