10 Mayıs 2008 Cumartesi

"Bakla"nın ve "bakla toplamanın" faydaları...

"Ağzımızdan baklayı çıkarmanın" zamanı geldi de çoktan geçiyor...


ESKİDEN ciddi konuları konuşacağımız zaman "gelelim kuru fasulyenin faydalarına" diye söze başlardık.

Neden böyle denir, kimin aklına gelmiştir bilmiyorum. Şimdi birilerinin böyle deyip demediğini de.

Ama bence "bir çoklarına" pek çok şey anlatan bu "anlamlı" sözü bir yana bırakıp yerine benzer başka bir sebzeden söz edeceğim sizlere: "Bakla"dan...

Neden mi? Çünkü "bir çok işe yarıyor"... Hem de her bakımdan!..

* * *

Fıkrayı pek çoğumuz biliriz.

Eskiden çok küfürbaz bir adam varmış, bir şeye kızdı mı basarmış "kalay"ı. Yaşamı neredeyse "dilinin belasını" çekmekle geçmiş. Ama bir haksızlık, yanlış, kötülük, aptallık görünce dayanamıyor ve basıyormuş "küfrü". Artık, ana baba, karı kız, din peygamber... Artık ne gelirse ağzına...

Herkes "illallah" edip de adının önüne bir de "küfürbaz" lakabı eklenince günün birinde "aklı selimle" düşünmüş ve bundan nasıl kurtulacağına çare bulmak istemiş.

Sormuş soruşturmuş, bir tekkede bir "şeyh"ten haberdar olmuş. Tekkenin yolunu izini bulmuş, şeyhe ulaşmış ve derdini söylemiş.

Şeyh adamın "içtenliğini ve dürüstlüğünü" görünce yardım etmeye karar vermiş.

Yanındaki bir torbadan bir avuç bakla çıkarıp, okuyup üfledikten sonra adama;

-"Şimdi bu bakla tanelerini al, birini dilinin altına, diğerlerini de cebine koy, küfredeceğin zaman bakla diline dolanacak, niyetini ve kararını hatırlayıp, söyleyeceğin küfürden vazgeçeceksin. Bakla ağızda ıslanıp da erimeye başlayacak olursa, cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştirirsin" demiş.

Adam bir süre bu çözümün işine yarayıp yaramayacağını anlamak için tekkede şeyhin yanında kalmaya karar vermiş ve orada kalmış, nereye giderse onunla birlikte dolaşmaya başlamış.

Yağmurlu, fırtınalı bir günde şeyh önde "küfürbaz" arkada bir sokaktan geçerlerken, önünden geçtikleri evin penceresi birden açılmış ve güzel bir genç kız onlara seslenmiş:

-"Şeyh Efendiii, Şeyh Efendiii, biraz durur musun?" demiş, sonra da pencereyi kapatmış.

Şeyh herhalde bir dertleri var diye evin kapısının önünde durmuş ve beklemeye başlamış. Tabii küfürbaz da.

Oldukça uzun süre beklemişler, ne kapı açılmış, ne de genç kız görünmüş. Tam gideceklerken, genç kız yeniden pencerede görünmüş ve yeniden seslenmiş:

-"Şeyh Efendiiii, Şeyh efendi, n'olur gitmeyin biraz daha bekleyin."

Sonra yine pencereyi kapatmış ve ardında kaybolmuş.

Kızın yalvarır hali şeyhe pek dokunmuş. Biraz daha beklemişler. Yağmur ve esen rüzgâr epey şiddetlenmiş. Şeyh yavaş yavaş kızmaya ve mırıl mırıl bir şeyler söylenmeye başlamış, küfürbaz da ağzında baklalar, homurdanmaya başlamış. Derken pencere bir daha açılmış ve kız yine görünmüş.

-"Şeyh Efendiii. Artık gidebilirsiniiiz... Annem size çok teşekkür ediyor."

Kız tam pencereyi kapatacakken şeyh başını kaldırıp kıza sormuş:

-"Kızım eğer diyeceğin bir şey yok idiyse, bizi bu kadar zaman bu yağmurun altında neden beklettin?"

Kız gülerek cevaplamış:

-"Şeyh Efendi, bir şey olmaz mı hiç! Elbette bir şey var. Sizi boşuna bekletmedik. Bizim tavuklar kuluçkaya yatmak üzere, yumurtaları tavuğun altına konulurken, bir 'kavuklunun tepesine' bakılırsa, piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış demişler anneme. O da geçerken sizi ve kavuğunuzu gördü de, yumurtalardan tepeli horoz çıksın diye, onları folluğa yerleştirirken biraz sizi bekletti."

Bunun üzerine şeyh küfürbaza döner;

-"Ula oğlum ne durursun be, çıkarsana ağzından baklayı... hadi hadi durma... tam zamanıdır küfrün!"

* * *

Bu fıkrayı son bir hafta boyunca hep birlikte yaşadığımız olaylar aklıma geldikçe anımsıyor ve anlatıyorum.

1 Mayıs'ta yaşadıklarımız, bu yaşadıklarımızda etkili, yetkili, sorumlu ve sorunluların yaşananlara ilişkin söyledikleri, hastaneye atılan biber gazı, bekleyen yığınların boyalı sularla ıslatılması, gereksiz göz altılar, kolu kasten kırılan gazeteciler, kalaslarla ve copların saplarıyla atılan dayaklar, polisin 1 Mayıs'ı adeta "cihat günü"ne çevirmesi, tüm bunlardaki "tutum"un en alttakinden en üsttekine, hatta eski solcular tarafından bile savunulması, tam bir gün sonra TTB Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy'un, adeta "Ergenekon operasyonu"na nazire yapar gibi, "Basın yasası muhalefetten" sabahın beşinde Ankara'da kaldığı otelden yaka paça göz altına alınması, olayın ardından sorun yalnız bu işin "sabah"ın erken saatinde olmasıymış gibi yalnız bu boyutuyla değerlendirilmesi, tabip odası seçimleri sırasında, kimi yerlerde polisin de içinde yer aldığı çeşitli idari müdahalelerin yapılması, tüm bunlarla ilgili olarak hekim camiasında söylenenler, yazılanlar, anlatılanlar ve savunulanlar karşısında "dilimin ucuna

kadar gelenleri" sıralamamak için bu fıkrayı herkese anlatıyor ve aynı şeyi söylüyorum:

-"Gelelim 'bakla'nın faydalarına.."

Ne demek istediğimi anlamıyorlar ve sorar gibi bakıyorlar.

O zaman onları can evlerinde vuran şu söz dudaklarımın arasından dökülüyor:

-"Çıkarsanıza ağzınızdan baklayı! Ne susuyorsunuz!"

* * *

Sanki çok gereksinimimiz olacağını bilircesine İmece evi'ndeki "baklalar"da tam bu sırada oldular ve "toplanacak hale" geldiler.

İmece evi'nin "ahalisi" olarak bakla toplamak ve sökmek üzere "bakla tarlasına" daldık ve hafif hafif yağan yağmurun altında baklaları topladık ve söktük.

Daha önce hiç bakla toplamamıştım. Nasıl toplanacağını da bilmiyordum.

Ama insan öğreniyor. Öğrenmenin de ötesinde eğer varsa aklı ona neyi nasıl yapacağını gösteriyor. Yaşamın diğer örneklerinde olduğu gibi.

* * *

Aslına bakarsanız "bakla"yı pek de sevmem. Ezmesini bir meze olarak zaman zaman yerim ama o kadar. Ne ararım, ne de özlerim. Ama iş başa düşünce yaptım; "bakla bile topladım". Hem de keyifle. Bu davranış size de bir şeyler söylüyor mu?

Üstelik beş kişi bu işle uğraşırken bir yandan da sohbet ettik, daha doğrusu "felsefe" yaptık biraz.

Yaşamın amacı, anlamı üzerine kafa yorduk, insanı ve yaptıklarını anlamaya çalıştık, düşüncelerimizi paylaştık. İnsan soyunun 500 bin yıllık tarihi boyunca geldiği noktayı, gelişimini değerlendirirken ve ileriye doğru nelerin olacağını olması gerektiğini konuşurken, bir kez daha aslında ne kadar "ilkel" olduğumuzu fark ettik.

Yaşamak için yemek, yaşamak için tüketmek, sonra da tüketmek için yaşamak, yemek için yaşamak üzerine ve "başka türlü nasıl olabileceğine" dair "düşünce jimnastiği" yaptık.

Vardığımız nokta ise ne yazık ki şuydu:

"İnsan soyu olarak, çok gelişmiş bir 'mide'miz ve 'boşaltım' sistemimiz olmasına karşın, bizi diğer canlılardan farklı kılan 'beynimiz'in hiç de gelişmemiş olduğu. Dahası bunun için, hâlâ yeterince çaba sarf etmeyişimiz." Sonra bunun nasıl değişebileceğini, değiştirilebileceğini konuştuk.

* * *

Şu sıralar "bakla"ya çok ihtiyacımız olduğunu da bu sıradaki çağrışımlardan yola çıkarak düşündüm. Çünkü "bakla" beynimizin gelişmesi bakımından önemli olduğu kadar, yukarda anlattığım fıkradaki yönüyle de işe yarayan bir bitki.

Yine yukarıda sıraladığım yaşadıklarımızdan yola çıkarak aklıma gelenler, vermek istediğim tepkiler beni birkaç kez çeşitli ceza yasalarını ihlâl etmekten birkaç yıl hapiste yatıracak ya da yüksek miktarda tazminatları ödetecek boyutta. Bunu engelleyen tek şey ise "bakla!" Yanım yörem, ceplerim hep "bakla" dolu. Onlar tutuyor beni ve isyanımı dile getirmemi.

Bir daha öneriyorum, eğer tepkiniz "doğru ve ölçülü" olacaksa ve bunu ifade etmenizi ağzınızdaki "baklalar" önlüyorsa, beklemeyin onları ağzınızdan çıkarın ve söyleyeceklerinizi söyleyin.

Ama tepkiniz benimki kadar çoksa ve büyük boyutlu olacaksa, usturuplu olmayacaksa bir yerlerden bulup buluşturup her ihtimale karşı ağzınıza birer bakla atın.

* * *

Bu kadar "bakla"dan söz edince sevmediğim "bakla"yı nasıl severim diye "bakla"ya dair ne varsa bulup okudum. Size de öneriyorum.

Kim bilir belki sizlerin de işine yarayabilir ya da siz de benim gibi birden "bakla"yı sevmeye başlayabilirsiniz. Bakla çok faydalı bir bitki, çok "faydalı".

10/05/2008

Hiç yorum yok: