12 Ocak 2008 Cumartesi

"Modern çağda 'romantik çeteci' olmak!"

"Yaşam hep ilerler, tarih hep ileriye doğru gider. O ilerlemeyi de "aykırı" olanlar, "uymayanlar" "mevcuda itiraz edenler" sağlar."

YOK; başlığa bakıp "TCK'nın 301. maddesi" ya da benzerlerinden yargılanmaya aday bir yazı okuyacağınızı düşünmeyin. En azından bunları o anlamda algılayan bir "yargıç" çıkana kadar!.



Hoş; bu satırların yazarı "o maddelerden ceza almış düşüncelerin altına imza atmış, o yazarların cezalandırıldıkları yazılarının yer aldığı bir kitabın yayıncısı olmuş" bir kişi. Dolayısıyla kendi düşüncelerini yazmaktan ve yazdıklarından dolayı "yargılanmaktan" korkmuyor. Ama gerçekten de "başka bir kurgu" ya da "başka bir bağlamda" bu konuyu tartışmak istiyorum sizlerle.

İki çıkış noktam var: Bunlardan birisi Radikal yazarı Türker Alkan'ın "Romantik çeteciliğin sonu mu?" başlıklı 18 Aralık 2007 tarihli yazısı.

Diğeri ise Bodrum-İstanbul güzergâhında "Bafa Gölü"nün kıyısında, her ordan geçişte "mutlaka konakladığım, en azından durduğum bir yer" olan "Çeri Dinlenme Tesisleri" ne dair düşüncelerim ve orada öğrendiklerim.

* * *

Önce Alkan'ın yazısından küçük bir alıntı yapmak ve onun dediklerine bir "mim" koyarak tartışmak istiyorum. "askerlik tarihinde yeni bir sayfanın açıldığı söylenebileceği gibi, Che Guevara, Mao, Aydınlık Yol gibi geçen yüzyılın romantik çetecilerinin ve çetelerinin de artık tarihe karıştığı ileri sürülebilecektir. Talabani geçenlerde 'Dağa çıkmanın vakti geçti' derken bunları düşünerek öyle konuşmuştu belki de, kim bilir?" diyor Sayın Türker Alkan Kuzey Irak'ta yapılan askeri operasyonların "başarı"sından söz ederek.

Yazısının sonunu da "Umudun olmadığı bir yerde, kışın soğuğunda, karlar arasında çetecileri

ne kadar tutabilirsiniz ki?" diyerek bağlıyor.

Bu sözlerin bir "gerçeklikteki" anlamı var; ama bir de "çetecilik yapmanın ya da gerilla olmanın" başka bağlamlardaki anlamları var. Bunları Bozcaada'da geçtiğimiz yıl katıldığım bir panelde de dile getirmiştim. Gerçekten "çağdaş çeteler ve çeteciler"e gereksinimimiz olduğunu söylemiştim..

Alışıldık olana, ortama, duruma, koşullara, ya da genel eğilime uygun davranmak gerçekten de "gerçekçi olmanın, makûl ya da akli" davranmanın önemli bir dayanağı ve belki de temel bir nedenidir. Böyle yapılarak yalnızca uyumlu davranılmış, dolayısıyla yalnız "uçlardan korunulmuş" olunmaz, ama bir de "olanın, mevcudun, durumun devamı sağlanmış" olur. En azından buna katkıda bulunulmuş olur.

Tıpkı "küresel ısınma tehlikesi"nden söz edenlere karşı "ama biz de kalkınmalıyız" diyenler gibi... Tıpkı "şiddet" tehdidini baskı, tenkil ve yok etme gibi yine "şiddet uygulayan" bir tavırla gidenlerin yaptığı gibi... Tıpkı "etnik kökenini" öne sürenlere "milliyetçi" bir yaklaşımla karşı duranlar gibi...

Oysa yaşam ilerler ve tarih hep ileriye doğru gider. O ilerlemeyi de "aykırı" olanlar, "akışa uymayanlar" sağlar. O anlamıyla "çete olmak", "gerilla olmak", çok sevilen sözcükle söylersek "eşkıya ya da aşkiya olmak" gerekir.

Örneğin küresel ısınmanın yarattığı olumsuzluklara karşı, endüstrileşmenin ve tüketmenin buna yaptığı katkıları görenlerin "kırlara dağlara çıkması" gibi "dağlara çıkma eylemi" sonu gelmiş, bitmiş bir şey değil, tam tersi geleceği kuracak en önemli tavırlardan da birisidir bana göre.

* * *



İşte bunlardan bir örneği de yazımın başında söz ettiğim Bafa gölü kenarındaki "Çeri Dinlenme Tesisleri"nde görüp yaşıyor ve bir bunlarla bir koşutluk kuruyorum.

Bafa gölü ülkemizin en önemli doğal kaynaklarından, hazinelerinden birisi. Yalnız tarihi, dini ve doğal özellikleri bakımından değil. Bunların yanından sahip olduğu potansiyel bakımından da öyle.

Antik dönemde adı "Latmos" olan Beşparmak dağı, eski dönemlerden bu yana insanların inançlarında önemli bir yer tutmuş. Bazı kaynaklara göre bugün bir göl olan bu yer aslında Ege denizinde bir körfezmiş ve "Latmos körfezi" adını taşıyormuş. Daha sonra Büyük Menderes dağlardan, ovalardan alüvyonları taşıya taşıya gelip onun önünü kesmiş ve körfezin ağzı kapanarak bir göl oluşmuş. Eski kaynaklarda adı bir "göl" olarak geçmiyor. Suyunun deniz suyu gibi "az da olsa tuzlu olduğu" bilinen bu gölün halen denizle bağlantısı sürüyor. Bu nedenle de "yılan balığı" var ve üstelik de çok lezzetli.

Bafa Gölü antik dönem kaynaklarında aynı zamanda "Ay tanrıçası Selene"in büyük aşkı "Çoban Endymion" ile her gece buluştuğu yer olarak biliniyor. Gerçekten de Bafa gölü'nde "mehtab"ın cok güzel olduğu noktasında o anı yaşayanlar aynı düşüncede.

2500 yıllık tarihi kent "Latmos" adıyla, Karyalılar tarafından, İÖ 1000'li yılların başlarında, Latmos dağının hemen dibinde ve antik dönemde körfez olan bu sahilde bir koloni olarak kurulmuş. Kente sonradan "Heraklia" denmiş. Bu adı taşıyan çok sayıda yerleşim olduğundan ona "Latmos Herakliası" denmiş. Herakleia kentinde 65 gözetleme kulesi ve uzunlugu 6,5 km. ye ulaşan çok iyi korunmuş surlar olduğu kaydediliyor tarihi belgelerde.

"Herakleia" I.Ö. 5.yy.da bütün Ege kentleriyle birlikte "Attika Delos Deniz Birliği"ne üye olmuş eski ve büyük bir kent olmuş ve bir yerleşim yeri olarak varlığını ortaçağın sonralarına kadar da korumuş.

Günümüzde "Kapıkırı" olarak bilinen yerde, agora, Athena Tapınağı, meclis binası gibi binaların kalıntıları var. Sık ziyaret edilen "Antik Karia"nın önemli ören yerlerinden birisi burası.

* * *



2007'nin yazında orada konakladığımda "eyvah" demiştim; "burası da elden gidiyor!" Son baharın sonunda yağan yağmurların hemen arkasından yeniden gördüğümde "eski halini gördüm, rahatladım."

Çeri Tesislerinin işletmecisi Yalçın Kocakaya'yla durumu konuşunca umudum arttı. En azından gölün kendi kendini koruması bakımından sahip olduğu potansiyel ve gösterilen özeni duyunca sevindim.

Yalçın Kocakaya ile tesisler ve onun yaklaşımı üzerine konuştuk biraz. Bu kadar güzel doğal ve coğrafi olanaklara sahip olduğu halde doğayı "tehlikeye atacak" tutum ve yaklaşım içinde değildi.

28 dönümlük arazi üzerinde bulunan Çeri Dinlenme Tesisleri'nde hem günübirlik piknik yapılıp, hem de konaklanabiliyor. Okaliptus ağaçları arasında yaklaşık 3 dönümlük bir kamp yeri var. Yemek yenilen açık ve kapalı alanları var. Tesis içinde bir de 50 yıllık "Yağhane"bulunuyor.

Burada kalındığında Antik Herakleia, göl içindeki adalar -ki en yakın olana suyun azaldığı dönemde yürüyerek ulaşmak mümkün olabiliyor- 13. yy'dan kalma Manastır ve Kilise kalıntıları gezilebiliyor. Ayrıca gölde yüzülebildiği gibi, birçok kuş çeşidini de bir arada görme olanağı mevcut.

* * *

Yirmi yıldan uzun bir süredir açık "Çeri". "Ranta ve rantiyeciye teslim olmadan ve prim vermeden"; "temizliğe olası en çok özen ve dikkati göstererek", "doğayı ve doğallığı koruyarak", "müşteriyi kazıklamadan" ve en önemlisi "her zaman güler yüzle" davranarak yaz kış sunulan hizmeti sürdürmesi gerçekten her türlü övgüye layık.

1985'den bu yana değil ama en azından 10 yılı aşkın bir süredir bildiğim ve uğradığım bir yer olarak, bir de onun adının hikayesini kendisinden öğrenince daha çok sevdim "Çeri Dinlenme Tesisleri"ni.

"Çeri" sözcüğü genel olarak "asker" karşılığı kullanılır. Yine çingenelerin başlarındaki yöneticilere de "Çeribaşı" denilir. Her ikisi de aklımdayken adın nedenini sordum. Yalçın Kocakaya bana amcası "Mustafa Kocakaya" ve onun babası "Hacı Kocakaya"nın eskiden dağlarda "çetecilik" yapan kişiler olduğunu, onlardan "övünç" duyduğunu belirterek söyledi. Amcasının yaptıklarıyla onun yaptıkları arasında "koşutluk" kurdum.



Alışılageldik tüm "eğilim"lerin tersine bir iş yapıyor orada. Büyük turistik merkezlerde, çok kazanmak, haybeden kazanmak, yok ederek ve tüketerek kazanmak yerine, bir dağın başındaki doğal güzelliği yeğleyerek, emek vererek, gerçekten hizmeti hedefleyerek ve bunları yaparken yaşadığı ortamı olabildiğince zedelemeden ve koruyarak bir işi gerçekleştirmek bence aynı tavrın bir devamı.

İşte bence bu devirde bunları yapabilmek bence "en büyük çetecilik", "en değerli gerilla tavrı".

* * *

Bu coğrafyanın pek çok yerinde, böyle örnekler, bunları yaratan ve vareden insanlar var ve hep olacak. "Romantik çeteciliğin" de, mevcudu reddeden ve "ileriden" yana olan bir "romantik devrimciliğin" de hep varolduğunu göreceğiz. Onlar bitmez ve bitmeyecek. Zaten onlar bittiğinde "insanlık" da ömrünü tamamlamış olacak.

Bence sizler de çevrenizdeki "her zaman olana, bu acımasız tüketim ve yokoluşa" itiraz edenlere dikkat edin. Onlardan birisi olamıyorsanız en azından onlara sempati ile bakın, onlara "sonlarının geldiğini" söylemek yerine ileriye gidişin onlar sayesinde olacağını söyleyerek onları olumlayın.

Bazen yalnız "düşünceler" bile dünyayı farklı algılamayı ve anlamayı sağlayabilir.

12/01/2008

Hiç yorum yok: