3 Mayıs 2008 Cumartesi

Ülkemizde yaşanan "Vatandaşlık Halleri"

"Düzene muhalif" ya da "iktidara uzak, onun dışında" olanların kurduğu örgütlerin başlarına nelerin geldiğini öğrenmek isterseniz o zaman "Vatandaşlık Halleri"ni izlemelisiniz.


"YOL'CU" çok şanslı; gezerken hep güzelliklere rastlıyor ve onları yaşıyor.

Ama onun "rast geldiği" güzelliklerin içinde hep bir "acı", hemen her zaman bir "olumsuzluğa" tanıklık ve bu yüzden de içten içe hissedilen bir "isyan" duygusu var.

Zamansal olarak üst üste gelen iki etkinlikle "ayrımcılığın" varabileceği boyutu ve ortaya çıkan "sonuç"ları bir kez daha gördüm, anladım.

Bunları "paylaşmak" ulaşabildiğim herkese "duyurmak" da, BİANET'in verdiği bu fırsat sayesinde severek yaptığım görevlerimden birisi.

* * *


Sizlere daha önce başka bir yazımda iki usta belgesel sinemacıdan, Şehbal Şenyurt ve Bülent Arınlı'dan ve onların kurduğu "SuFilm"den söz etmiştim.

O iki güzel insan hiç durmuyor; çalışıyor ve "güzellikler" üretiyorlar.

Bir süredir yoğun bir şekilde sürdürdükleri son çalışmalarının ürününü 15 Nisanda Tophane'deki Tütün Deposu'nda sergilediler.

Bu kez yaptıkları belgesel filmin adı "Vatandaşlık Halleri"ydi. Bir buçuk saatlik filmde yaklaşık 80 yıldır süren bir "haksız ayrımcılığın" öyküsü pek çok yönden anlatılıyor.

* * *


İnsanların "örgütlülükleri" onların ve yaşadıkları toplumun gelişmişliğinin ve demokratikliğinin en önemli ölçütlerinden birisidir.

Ülkemizde ise "örgütlenmek" tehlikelidir. Yönetenler bunun tehlikesini bilirler. Ellerinden geldiğince engellemeye çalışırlar, engelleyemeyecekleri zaman da örgütlenmeyi zorlaştırırlar ve örgütlenmeye çalışanların önlerine çeşitli engeller koyarlar.

Örgütlenmenin en fazla önemsendiği ve bir tür "politik olarak üstünlük" sağladığı dönemlerde bile bu geçerlidir.

Sizlere en son yaşadığım küçük bir örneği anlatarak bunu sergilemek istiyorum:

Nisan ayının son günü ülkemizdeki derneklerin bir önceki yıl yaptığı çalışmalara ilişkin "bildirim"lerini yapmaları ve "beyanname"lerini vermeleri gereken son gündü.

Son üç gün İl Dernekler Müdürlüğü'ndeki durumu görmenizi dilerdim.

Bir dernek kurmuş ve onunla kamu yararına ya da kendisi dışındaki insanlara "küçük bir katkı, yardım ve destekte" bulunmak isteyenlerin "yaptıklarına nasıl pişman olduklarını" görme olanağınız olurdu.

Üstelik sorulduğunda bu yöntemi getirenler denetim işinin en kolaylaştırılmış şeklinin bu olduğunu söyleyeceklerdir.

Çünkü onların gözünde bu tür örgütler denetlenmeli ve denetimleri de, o örgütün üyeleri ya da onun çalışmalarından yararlananlar yerine, "devlet ve onun kurumları" tarafından yapılmalıdır.

* * *

Böyle örgütleri "düzene muhalif" ya da "iktidara uzak, onun dışında" olanlar kurarlarsa başlarına nelerin geldiğini öğrenmek isterseniz o zaman da "Vatandaşlık Halleri"ni izlemelisiniz.

Taşıdığınız "nüfus kağıdını" kimin verdiği, ne iş yaptığınız, ne düşündüğünüz, düşleriniz, ülkeye dair umutlarınız hiç dikkate alınmaz; vergi dahil vatandaşlık görev ve sorumluluklarını yapıp yapmadığınıza bakılmaz ve size bu "örgütlenmeniz nedeniyle" her türlü engel, zorlama, ayrımcılık, haksızlık yapılabilir.

Hem de yalnız gündelik yaşamda değil, yargı önünde, idare önünde, hukuk düzeninde "her türlü ayrımcılığa" maruz bırakılabilirsiniz.

Hem de bunlar, altına imza konulmuş uluslar arası belge, sözleşme ve anlaşmalara aykırı olarak yapılır ve bu nedenle ülkeye "verilen ceza ve tazminatlar" yine bu haksızlıklara uğrayanların vergilerinden sağlanan kaynaklarla ödenir. Yani "iki kat mağduriyet yaşarsınız!"

İşte "vatandaşlık hallerimiz" bunlardan oluşuyor.

* * *

"Vatandaşlık halleri" adlı belgesel, cumhuriyet öncesinden beri ülkemizde varolan ve ülkenin kuruluş anlaşmasında "azınlık" olarak nitelenen ama yasal ve hukuki olarak ülkenin diğer yurttaşlarıyla "eşit" olan ama "Müslüman ve Türk olmayan" vatandaşların kurduğu sosyal, eğitim ve kültürel amaçlı vakıflarının başlarına gelenleri anlatıyor.

Özellikle 1950'lerin sonlarından bu yana gayri hukuki uygulamalar ile mülkleri elinden alınan cemaat vakıflarının ayakta kalma mücadelesini ve bu mücadelenin Türkiye'nin Gayrimüslim vatandaşlarının gündelik hayatları açısından taşıdığı anlam filmde çok iyi bir şekilde ve çarpıcı biçimde ortaya konuluyor.

Ülkemizde bu tür cemaat vakıflarının tapulu mülklerinin ellerinden alınmasına yönelik hukuk dışı bürokratik uygulamalar söz konusu olmuş, hatta bunlar ayırımcı mahkeme kararlarıyla "yasal" uygulamalar haline dönüştürülmüş.

Filmde Türkiye'nin yakın geçmişinde Gayrimüslim vatandaşlara yöneltilen ayırımcı politikalar ve yasaların, azınlıklar ve azınlık hakları ile ilgili meselelerin ağırlıklı olarak milli güvenlik, bağımsızlık ve egemenliğe müdahale ekseninde uygulandığı ve insani ve vatandaşlık boyutunun hemen hiç gözetilmediği, dahası bunların "tarihsel bir sürekliliğe sahip olduğunu" ve bunun aslında bir "devlet politikası" olduğunu sergileniyor.

Film cemaat vakıflarının yöneticileri ile yasal temsilcileri ve cemaat mensupları ile yapılan röportajlar ile el konan mülklerin mevcut durumu belki de ilk kez bu kadar açık ve net olarak toplumun bilgisine sunuyor.

"Vatandaşlık halleri"nde, ülkemizde yaşayan Müslüman ve Türk kökenli olmayan vatandaşların Türkiye'deki hayatlarını sürdürebilmeleri ve gereksindikleri bazı hizmetleri karşılayabilmeleri için kurulmuş olan bu vakıfların hedefledikleri eğitim, sağlık, din hizmetleri, dayanışma ve sosyal yaşam hizmetlerini, günümüzde hangi koşullar altında vermeye çalıştıkları da gösteriliyor.

Bu belgeselde "vatandaş olmak ve vatandaşlığa" yaptığı vurguyla bu belgesel hemen yanı başımızda "80 yıldır yaşanan haksızlıkları ve yapılan ayrımcılık" azınlık vakıflarının yöneticileri ve yasal temsilcileriyle yapılan röportajlar aracılığıyla, birinci ağızdan ve belgeleri sergilemek suretiyle "sorunu" ortaya seriyor ve vakıflarının sorunlarına farklı bir bakış açısı getiriliyor.

* * *


Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı'nın (TESEV) demokratikleşme programı kapsamında hazırlanan belgeselin galasında konuşan gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, filmin, sorunları, hukuksal ve siyasal olarak değil, sosyolojik bir boyutta ele aldığını söyledi ve "bu film, sorunlara insanlık hali olarak bakıyor. Okuduğumuz ve duyduğumuz her şeyden daha fazla derinliğe sahip bir belgesel" dedi. Aslında bana göre o filmde anlatılan "insanlık hali" yalnız bu sıkıntıları yaşayanların değil de onlar olup biterken, bunu fark etmeyen, sıkıntıyı hissetmeyenlerin insanlık haliydi bir yandan da.

Ben izlerken de sonunda da bu duyguyu yaşadım. Film bittiğinde Şehbal ve Bülent'le filmde emeği geçenleri alkışlarken, bir yandan da "tüm bunlar olurken ben neredeydim, neden onların bunlara maruz kalmamaları için bir şeyler yapmadım" diye düşündüm; "henüz durum düzelmiş değil şimdi neler yapabilirim" sorusunun yanıtını aramaya çalıştım.

Aynı duyguyu bu etkinlikten tam dokuz gün sonra Bilgi Üniversitesi'nde İnsan Hakları Derneği tarafından düzenlenen "24 Nisan 1915'de ne oldu?" başlıklı sempozyum sırasında da hissettim ve yine aynı soruyu anlatılanları dinlerken bir kez daha kendime sordum.

Ayrıntısı uzun süredir tartışılıyor ve tüm boyutlarıyla BİANET'te ele alınıyor o nedenle bu tarihte ne olduğunu anlatmayacağım. Ama o tarih ve sonrasında olanlar yaşanırken "onların dışındakilerin o insanlar için ne yaptığını ya da neden bir şeyler yapmadıkları" konusunun da düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.

Gizli ya da açık bir kesim insana, "suçlu olmayan", "kimseye zarar vermeyen", "dün kapısını vurmadan evine gidip geldiğiniz, birlikte gülüp birlikte ağladığınız" insanlara, birileri en hafifinden "bir takım haksızlıklar yaparken, ayrımcılık uygulanırken" ya da daha ağır ve vahim bir şekilde "zulmederken, şiddet uygularken, katletmeye ve yok etmeye" çalışılırken, buna tanık olanlar, o sırada orada olanlar, geride kalanlar neden bir "tepki" vermezler?

Hele hele "sessiz ve tepkisiz kalan" bu insanların arasında hemen her durumda adaletsizliklere, haksızlıklara karşı çıkan, her fırsatta insandan, eşitlikten, haktan hukuktan, barıştan, demokrasiden, ideallerinden söz eden, bunlar için her türlü eziyeti, sıkıntıyı, hatta ölümü bile göze almış, "muhalif insanlar", "solcular", "devrimciler" de varsa, bunu nasıl açıklarız?

Açıkçası bunun yanıtını ben bilmiyorum. Sempozyum sırasında da soruldu ve yanıtı verilmedi.

Kendime ve geçmişime bakıyorum, "neden bu farkındalığı yaşayamadığım" sorusunun yanıtını bulamıyorum. Bence bu anlaşılması, çözümlenmesi gereken bir çok önemli fenomen.

Sosyal bilimcilerin, toplumun tutum ve davranışlarını irdeleyenlerin bu olguyu enine boyuna değerlendirmeleri ve çözümlemeleri, bunun değişmesi için gereken yolları, yöntemleri göstermeleri gerekli.

Çünkü bence "demokrasi" yalnız "sözü sözleme, düşündüğünü açıklama, bir düşünce etrafında örgütlenme, yapılanlara katılma" değil.

Demokrasinin varolması için aynı zamanda "tutum ve davranışta" bulunma hak, ödev ve özgürlüğünün de olması gerekli.

Yalnız yapılan yasal düzenlemelerle, bir takım mekanizmaları oluşturmakla, onları işletmekle bu sorunu aşılamaz bence.

Bu biraz da insanların "demokrasiyi içten istemesine ve sorumluluklarının gereğini yerine getirme iradesini göstermesine" bağlı değişimdir. Ancak bu yapıldığında gerçekten eşit, özgür ve demokratik bir toplum olduğumuz söylenebilir.

* * *

O akşam olduğu gibi ben de belgeselin tamamlanması aşamasında trafik kazasında yaşamını yitiren proje danışmanı Derya Demirler'i saygıyla, sevgiyle anıyor, Sevgili Şehbal ve Bülent'e bir kez daha "aklınıza, elinize, yüreğinize sağlık" diyorum.

03/05/2008

Hiç yorum yok: